Empresyonist ressam, Fransa, Limonj’da zanaatkar bir ailede doğdu. İlerideki resimlerinde fark edilecek renk ve ışık özellikleri, ilk deneyimlerini edindiği yer olan porselen fabrikasında bir boyacı/ressam olarak çalışmaya başlamasıyla hayat buldu. 1862’lerde, İsveç sanatçı Charles Gleyre (1808-74)’in stüdyosunda stajer olarak çalışmaya başladı, Alfred Sisley (1839-99), Frederic Bazille (1841-70), Claude Monet (1840-1926) gibi diğer sanatçılarla burada tanışıp arkadaşlık etti. Renoir ve Monet gibi direkt doğadan çalışarak, çiçeklerin, doğa manzaralarının ve çocukların resim ve portreleri ile ün kazandı. Sürekli yeni teknikler denedi ve çalışmaları rengin, ışığın ve dokunun çarpıcı etkilerini yakalayan, parlak bir özelliğe sahipti. İlk dönemlerindeki önemli eserleri, “Mme Charpentier ve Çocukları” (1878) ve “Kayık Partisindekin Öğle Yemeği” (1881)dir. 1881 ve 1882’deki Fransa, İtalya ve Cezayir gezilerini takiben, Empresyonizmden uzaklaşmaya ve Klasisizmin saflığına yakın daha resmi ve düzenli fırça darbeleri kullanarak, daha az renkli ve canlı bir boyama stiline yaklaştı. Mitolojik manzaralar kadar, güzel genç kızların birçok portre ve nülerini resimleyerek, farklı stil ve renklerde konuları denemeye devam etti. İlerleyen yıllarda kendisini felce uğratan romatizma yüzünden hastalandı, fakat resme devam etti ve heykeltıraşlığa başladı. Şöhreti, zaman zaman, çalışmalarının konularının değersiz ve banal olduğu eleştirilerden dolayı kötü etkilendi. “Dünya üzerinde hoş olmayan onca şey varken, sanat neden hoş olmamalı?” sözü ile de ün kazanmıştır.